Yeni Fetih, Yeni Fetih Gazetesi,

Türkiye'nin ve İslam Dünyası'nın Güvenilir Haber Sitesi

  • Dolar
  • Euro
  • GR ALTIN
  • ÇEYREK

  • 26 Haziran 2025, Perşembe 19:36
Prof.  Dr. Adil ŞEN

Prof. Dr. Adil ŞEN

ÜSLUB U BEYAN

Adil ŞEN

   Üslup, dilimizde ‘biçim, tarz, yol, yöntem’ ve yabancı dilden Türkçemize giren ve günlük kullanımda çokça duyduğumuz ‘stil’ anlamlarını karşılayan bir terimdir. Her san’at dalının veya meslek erbabının kullandığı bir tabirdir. Mimarî üslup, edebî üslup, estetik üslup, sahici üslup, yapmacık üslup, yazma-  konuşma üslubu vb. birçok alanda kullandığımız bu kelimenin zengin bir muhtevaya sahip olduğunu söylemek gerekir. Üslup ile bizim kast ettiğimiz;  aslında mensubu olmaktan iftihar ettiğimiz din, inanç ve medeniyetimizin, yaşadığımız çağa şahitlik anlamında, aziz İslam’ı yaşama ve yaşatma anlamında bütün çağlara ve küre-i arza ulaştırılması, tebliğ ve irşat yolundaki çabalarımızın, arayışlarımızın daha verimli, daha anlaşılır, insanlara daha bir ulaşılır kılınması için bir vesile arayışıdır. Yoksa üslup yapmak için, üslup değildir.

   Bizden önceki ecdadımız bu üslubu, bu kıvamı ve ifade tarzını bulabilmek için büyük gayretler göstermişlerdir. Bu çabalar güzel neticeler vermiş ki biz bugün İslam Medeniyeti denilen zengin bir birikime varisiz ve çok çeşitlilik arz eden bir külliyata sahibiz. İlmî, edebî birikimden mimarî, musıkî, kıyafet ve yeme içmeye varıncaya kadar birçok sahada tam ve mütekâmil eda ve üslup geliştirmeyi başarmış ecdadın ahfadıyız.

   Ancak şu kadarını söylemeden geçersek bütün arayışlarımız ve çabalarımız sonuçsuz kalacaktır. Biz son iki yüzyıldan beri, seküler Batı medeniyetinin her türlü emperyalist zorbalığına maruz kalmışız, kan ve gözyaşı âdeta kaderimiz olmuştur. İslam dünyası, İslam coğrafyası ve sakinleri, yani Müslümanlar,  akıl almaz ve acımasız katliam, yağma, çapul ve sistematik sömürüye tabi tutulmuştur. Sadece maddi varlıkları, beşeri gücü değil, bu arada manevi kıymet hükümleri, kültür ve medeniyeti de bu yıkım ve tahribattan azami derecede hasar görmüştür. Bu hasar tespitinde; elimizden alınan bin yıllık elifba’mız/alfabemiz, kapısına kara kilit asılan bin yıllık kütüphanelerimiz, toptan lağvedilen medreselerimiz, tarihi işlevinin yüzde birine indirgenmiş kısıtlı camilerimiz, budanan, kısırlaştırılan lisanımız, cehalete ve atalete mahkûm edilmiş ümmetimizi tek tek, kalem kalem gözden geçirmeği ihmal edersek, yekûn hattında alacağımız netice çok noksan olacaktır. Tabir caizse hesap çok eksik çıkacaktır. Sultayı elinde tutan modern, seküler Batı’nın ve onun adına iş gören tersine devşirilmiş yerli işbirlikçi kadroların, bize ait ne varsa meşruiyet zemininin dışına attıkları gerçeğini hesaba katmalıyız. Bu yıkım sırasında elbette ki edamız, tarzımız ve ifademiz; hasılı üslubumuzu da kaybettik. Şöyle bir mukayese yapacak olursak; derli toplu bir Osmanlı mahallesinde oturmuş örf âdet, an’ane, adap-erkân, mimari ahenkle, sonradan ihdas edilmiş derme çatma bir gecekondu mahallesinin her yönden iç karartan sefaletini karşılaştırmakla ne demek istediğimizi az çok söylemiş oluyoruz. Kendimizle yüzleşebilmemiz için; ‘Bize ne oldu?’ sorusunun esaslı bir şekilde cevaplanması gerekiyor.  

    Manzara bu olmakla birlikte ümitsizliğe yer yoktur. Esaslı bir tarih şuuru ile işe girişecek olursak; hâlihazırdaki ve yeni yetişen nesillerin önce ‘tecdîd-i îman/iman tazelemesi’ ile işe başlamaları gerekir. Bu imanın rükunları; Cenâb-ı Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de ortaya koyduğu ve Resulullah (sav)’in tatbik ettiği esaslardır. Üslup arayışımızda Kur’an-ı Kerim ve Efendimiz Hz. Muhammed(sav)’in sünneti ana ilkeleri belirlemiştir. Mesela sünneti tarif ederken Hz. Peygamber’in ahvâli, akvâli ve ef’âli;  yani duruşu, sözleri ve icraatı olarak özetliyoruz. Zira İslam medeniyetinin ilk yapıtaşlarını ortaya koyan faal ve cevval öncü nesillerin ilham kaynakları/referansları bunlardı. Zira Batı’nın ilk yaptığı icraat da bizi Kur’an ve Sünnet’ten kademeli olarak uzaklaştırmak, bizi bizden soğutmak, bize ait ne varsa tahkir ve tezyif etmek, yetersiz göstermekle işe başlamaları ile olmuştur. Kendimize inancımızı, imanımızı za’fa uğratmakla ve gözümüzü Batı’ya çevirerek, gönlümüzü de çelerek kendilerine hayran hale getirmekle, bizi avlayıp, tavlamışlardır. Bugün Batı’nın teknolojisi ve bin bir türlü algı çarpıtmaları gözümüzü kamaştırmamalıdır. Batı’nın her türlü imkânını en vahşi, en zalim ve en acımasız şekilde kullanan İsrail barbarlığına karşı, Gazze’nin direnişi şanlı bir destanı ortaya koymaktadır. En gelişmiş bombalarla imha edilen şehirler, kıyılan canlara inat; Bugün Batı başkentlerinin en büyük meydanlarında milyonlar, Batı’nın en gelişmiş üniversitelerinde gençler, Gazze’ye destek gösterileri yapmaktadırlar. Dünya’da bir vicdan uyanıyor. Bu milyonların dilinde Gazze’ye dökülen ağıt, Batı’yı Batı’nın başkentlerinde mahkûm etmekte, Batı’nın barbarlığını, zavallılığını en müstehcen, en müsterzel bir şekilde teşhir etmektedir. Batı artık hükmen bitmiştir.  Gazze’de kanla canla yazılan destan, üslubumuzun çekirdeğidir. Batı’nın zevali artık kaçınılmazdır. Bu zeval, Müslümanların kemâli ile, üslup güzelliği ile çabuklaşacaktır. Uyanan vicdanlar ile tazelenen imanlar buluştuğunda, üslubumuz da mayalanmış olacaktır.

   Kemâl yolculuğumuz, yani her işimizde mükemmeli, en güzeli ortaya koymak için çabalarımız ile mümkün olacaktır. Düsturumuz Kur’an, rehberimiz Hz. Muhammed’dir. Bir misal vermek gerekirse, Hz. Peygamber’in vefat anında, Hz. Ebu Bekir yanında olamamıştı. Kendisine acı haber verilip de kan ter içinde koşarak Hz. Peygamber’in na’şının bulunduğu odaya girdikten sonra, Resul-i Ekrem’n yüzündeki tülbendi kaldırıp, iki gözü arasından öptükten sonra; ‘Anam babam feda olsun Yâ Resulallah! Yaşayışınla güzeldin, ölümünle de güzelsin/ Senin dirin de güzel ölün de güzel…’ sözleri üslubumuzun sermayesidir. Yaşarken her sahada güzel olanı ortaya koyabiliyor, ölürken de güzelliği sergileyebiliyorsak; doğru yoldayız demektir. Hz. Ebu Bekir mizaç itibariyle titiz bir insandı. Fıtratındaki bu titizliği İslam’ın imanı ve sadâkat unsuruyla bir kıvama ulaştırarak ‘Sıddîk-i Ekber’ oldu. Hz. Ömer mizacen öfkeli bir adamdı, İslam’ın imanı ve adalet unsuruyla ‘Ömeru’l-Fâruk’ oldu. Adaleti kurtla kuzuyu hakkına razı kıldı. Hz. Osman mahcup bir insandı. Hayâsı onu pasif, çekingen kılmadı. İslam’ın imanı ve cömertlik unsuru, O’nu faal lakin hayâ timsali kıldı. Hz. Ali’nin ilme, öğrenmeğe yatkın bir mizacı vardı. Ama İslam’ın imanı ve cesaret unsuru ile ‘Allahın aslanı’ oldu. Misalleri çoğaltabiliriz. Herkesin her sahada zirve olması imkânsızdır. Ama herkesin mizacının yatkın olduğu bir sahada zirve olması, zirveyi zorlaması mümkündür. İşte herkesin bu imanla, şuurla, azimle ve yılmayan çabalarıyla zirveyi zorlayan kemâl arayışları, istediğimiz üslubu kademe kademe şekillendirecektir. Kelime-i Tevhîd’in; ‘Allah’dan başka tapacak, korkacak, sığınılacak, medet beklenecek bir merci ve melce olmadığına inandıktan sonra, göz kamaştıran, gönül çelen putları kırmak artık an ve zaman meselesidir. ‘Allah cemildir/güzeldir; cemali/güzelliği sever’i bilip inandıktan sonra cevherimizdeki güzelliği ortaya çıkarmak, işin tabii seyridir.

    Üslub u beyan aynıyla insan; işte o zaman gerçekleşir. Testinin içindekini dışarıya dökmesi misali; Ümmetin her bir ferdinin, ferden ferda fıtratındaki/ cevherindeki güzelliğinin, istidat ve kabiliyetlerinin müspet olarak gerçekleşmiş olmasının ne demek olduğunu bir düşünelim; o zaman inşallah şu duâmız gerçekleşmiş olacaktır: “Rabbenâ âtina fi’d-dünyâ  haseneten/ Ey Rabbimiz bize Dünya’nın hayır, hasenat, iyilik ve güzelliklerini bahşeyle; ve fi’l-âhireti haseneten/ âhiretin de güzelliklerini saadetini armağan et; ve kınâ azâbe’n-nâr/ (dünyevî-uhrevî) ateşin azabından muhafaza eyle…” âmîn.  Selâm ve duâ ile…


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yukarı çık