Yeni Fetih, Yeni Fetih Gazetesi,

Türkiye'nin ve İslam Dünyası'nın Güvenilir Haber Sitesi

  • Dolar
  • Euro
  • GR ALTIN
  • ÇEYREK

  • 13 Ağustos 2025, Çarşamba 12:49
Mehmet NuriBingöl

Mehmet Nuri Bingöl

SİYAH SANCAK

 Horasan’da, Meşhed yakınlarındaki küçük bir kasabanın çorak topraklarında geceye doğru toplanan apaydın simalı gençler. Hepsi farklı ailelerden, farklı acılardan süzülerek gelmişti. Ancak tek bir kelime onları birbirine bağlarken hepsini birer kaya gibi sağlam yapıyordu: Filistin.
     Ahmed Sedat, kod adıyla Aslan otuz yaşlarında, siyah gözlü, derin bakışlı biriydi. Babası Afganistan cihadında şehit düşmüş, kendisi genç yaşta Kur’an ve Hadis ilimlerinde derinleşmiş, hem kalemle hem yürekle konuşmayı öğrenmişti. Ahmet Sedat için bu yolculuk sadece fiziki bir seyahat değil, tarihin kadim çağrısına bir icabetti.
     Parolaları "Siyah Sancak" idi. Abbasî devrimini hatırlatan, Mehdi’nin çıkışına işaret eden, zulmün karanlığını yaran bir kelimeydi bu.
      Yol boyunca her tehlikede birbirlerini bu parola ile tanıyacak, kimliğini buna göre doğrulayacaklardı.
**                       
     İran’dan yola çıkıp, gizli güzergâhlardan Tebriz’e ulaştıklarında bir kırılma yaşandı. Burada, Azerbaycanlı bazı Türk mücahitler, Türkiye’nin daha stratejik bir üs olduğunu belirttiler. İstanbul'u merkez  alan hareketin daha uygun olacağını diye fikir sunuyorlardı.
     " Evet" diye tasdikledi Ahmed, Bazı gençler bu fikirlere kapılıp heyecanlandılar. Türkiye, eğitim, medya, strateji açısından daha etkili görünüyordu. Grup ikiye ayrıldı.
     Ahmed Sedat, bu bölünmeye sessizce baktı. O, kalabalıkla değil, niyetle yürünmesi gerektiğini biliyordu. Yanında kalan dokuz kişiyle yoluna devam etti. Geriye dönüp şöyle dedi:
    “Biz siyah sancağı Kudüs’ün surlarına asmak için yola çıktık.Kızıl elmamız Kudüs. Kimimiz yolda kalır, kimimiz varırız oraya. Ama yolun kıblesi bellidir.”
       
     Ahmet Sedat’ın liderliği burada belirginleşti. Zekâsı, öngörüsü, sabrı ve yüreğiyle onları hayatta tuttu. Her gece, Filistinli şehit çocukların isimlerini okuyarak uyuyorlardı. Bu, onların dualarıydı.
**
     Ürdün sınırına vardıklarında Aslan’ın yorgun omuzlarında geçmişin izleri, geleceğin ise ağırlığı vardı. Yol boyu en çok yanlarında duran genç Muhammed Ali’ydi. Yirmi yaşında, Kerküklü bir Türkmen ailesinin oğlu. Onun gözlerinde sanki Kudüs’ün surları parlıyordu.
     Ürdün'deki mülteci kampında kısa bir süre konakladılar. Burada bazı Batılı STK temsilcileriyle karşılaştılar. Yardım teklifleri, gıda kolileri ve tablet bilgisayarlarla gelen “iyilik elçileri”...     
     Ama Aslan, bu insanların gözlerindeki samimiyetsizliği anında sezdi. Asıl niyetin gençleri yönlendirmek ve izlemek olduğunu hissetmişti. Geceleyin kamp ateşi etrafında toplandıklarında Aslan şöyle dedi:
      “Siyonist sadece bir ordu değil, bir akıldır. Bize su gibi görünen şey aslında zehirdir. Medeniyet dedikleri şey, Allahsız bir dünyanın parıltısıdır. Biz burada sadece İsrail’e değil, dünya düzenine karşı yürüyoruz.”
     Bu sözlerden sonra grup içinde yine bir sarsılma oldu. Gruptan Yusuf, Batılı kuruluşların sağladığı geçiş desteğini değerlendirmek gerektiğini savundu. Diğer bazı gençler de tereddüde düştü. Ama Aslan’ın gözlerindeki ateş, tekrar onları topladı:
      “Biz hicret yolundayız. Hicret, bedelle olur. Kolaylıkla değil.
**
     Sonunda Filistin sınırına vardıklarında yolları ya tünellerden geçmek, ya da hayatlarını ortaya koyarak açık araziden geçmekti. 
     Gazze’ye ulaşmaları gerekiyordu. Gece karanlığında, gökte yıldızların yerine Siyonist insansız hava araçları vardı. Her hareketi izliyor, her ısınmayı takip ediyorlardı.
     İşte o gece, içlerinden biri, genç Hamza vuruldu. Onu taşıyamazlardı. Hamza, toprağa uzanırken Aslan’a baktı:
     “Abi… siyah sancak… sende kalacak…”
     Aslan, elindeki siyah kefiyeyi çıkardı. Hamza’nın göğsüne serdi. Ardından sessizce dua etti. O gece, Gazze sınırına ulaştılar. Bir tünelden içeri girdiklerinde artık geriye dönüş yoktu. 
     Ya Kudüs ya şehitlik.
**
     Gazze’ye ulaştıklarında ilk fark ettikleri şey sessizlikti. Ölümün alışıldık bir misafir gibi dolaştığı, her an patlayabilecek duvarların gölgesinde bile çocuk kahkahalarının yankılandığı bir sessizlik…
      Aslan ve arkadaşları, Gazze’nin Şucaiyye Mahallesi’nde direnişle irtibatlı bir hücreye yerleştirildi. Aslan burada, silahla olduğu kadar sözle de savaşmayı bilen biri olarak kısa sürede dikkat çekti. 
     Ona "el-Kalemî" lakabı verildi. Çünkü yaptığı her açıklama, düşmanın propagandasını paramparça ediyor, ümmetin uykuda kalan vicdanını uyandırıyordu.
     Birkaç hafta sonra Filistinli bir komutan olan Ebu Yasin’le gizli bir toplantı yaptılar. Aslan, Filistin davasının sadece Arapların değil, bütün ümmetin davası olduğunu vurguladı. Ebu Yasin başını salladı:
      “Siz ,Mehdi’nin askerleri misiniz?”
     “Biz Mehdi’yi beklemiyoruz. Onun geldiği yoldaki taş ve dikenleri temizliyoruz.”
      Bu sırada, daha önce vurularak şehit düşen Hamza'nın adıyla bir operasyon düzenlendi: Hamza Fırtınası. Aslan, bu harekâtın medya stratejisini hazırladı. Gazze’nin altına uzanan tünellerden geçerken, parolaları yine "Siyah Sancak" oldu. 
     Operasyon başarıyla tamamlandı. İsrail kontrol noktası imha edildi. Uluslararası basın, ilk kez Horasanlı bir gencin adını telaffuz etti. Dünya, yeni bir ismi ezberliyordu: Aslan el-Horasani.
**
     Öte yanda, Tebriz’de kalan grup Türkiye’ye geçmişti. Onlar da farklı bir cephede mücadeleye başlamıştı. İstanbul’daki bir vakıf etrafında idiler. Yüksek lisans yapan, medya kuruluşlarında çalışan, sosyal medya hesaplarından Kudüs davasını haykıran gençler...
     Ancak zamanla bazıları yavaşladı. Maddi imkânlar, konforlu hayat, davayı kelimelere indirgeyen alışkanlıklar onları kuşattı. Yine de içlerinden biri, Aslan’a mektuplar yazıyor, her gelişmeden onu haberdar ediyordu. Bu kişi, Tebriz’de ayrılan Yusuf’tu. Bir gün Yusuf’un mektubunda şu satırlar yer aldı:
     "Aslan kardeşim,
     Türkiye’de Filistin artık moda bir slogan. Herkes konuşuyor ama kimse yürümüyor. Sen yürüdün. Bize dua et. Belki gün gelir, biz de yürürüz ama şimdilik... sadece kalbimizde taşıyoruz onu."
     Aslan, bu mektubu alınca uzun süre sustu. Gözlerini Gazze ufkuna dikti ve yavaşça mırıldandı:
    “Kudüs davasını kalbinde taşıyan,  bir gün omzuna alır. onu. Selahaddin, saltanatının 13. yılında Kudüs'ü kurtarmıştı.”


MAKALEYE YORUM YAZIN

Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.


yukarı çık